
Hiç düşünmeden şunu söyleyebilirim ki bu senenin filmi budur! İsterseniz cumartesi akşamı arkadaşlarınızı çağırın ve mısır patlatıp izleyin, isterseniz pazar günü koltuğunuza gömülüp çay içerken izleyin. Ama izleyin! Ben bu filme ba-yıl-dım :o) Filmi izleyince "Ben niye 60'larda yaşamadım gençliğimi" diye hayıflanası geliyor insanın. En azından benim hayıflanasım geldi, "Beni de alın aranıza" dedim içimden.
İngiltere'de 60'lı yıllarda radyolarda rock müzik yayını yapılamıyormuş ve bu nedenle pek çok korsan radyo istasyonu kurulmuş. The Boat That Rocked da bu korsan radyo istasyonlarından birini; açık denizden yayın yapan "Radio Rock" gemisini, geminin mürettebatı olan dj'leri ve bu dj'lerin rock'n roll karşıtı hükümetle çatışmasını anlatıyor. Ve biz de dolayısıyla bol bol müzik dinliyoruz. Hem de güzel müzik! Ben zaten oldum olası müzik odaklı filmleri sevmişimdir; High Fidelity tadındaki filmleri kastediyorum, ama bu kadar güzel ve eğlencelisini izlememiştim.
Gördüğümüz her yüz tanıdık. Küçücük rollerde bile sevdiğimiz oyuncuları görüyoruz. Bana her izlediğimde "Jim Carrey yaşlanınca böyle olacak" dedirten Bill Nighy her zamanki gibi mükemmel, Philip Seymour Hoffman'ın varlığı yeter zaten, Rhys Ifans Notting Hill'den sonra bambaşka, Jack Davenport (benim için her zaman Steve Taylor olarak kalacak olsa da) tam-bir-pislik-rolü'nde çok başarılı, Shaun Of The Dead ile hayranlığımızı kazanan Nick Frost yine en çok güldürenlerden, Emma Thompson kısacık da olsa gönüllerimizi şenlendiriyor... Sırf bu kadro için bile izlenir dersem birçok kişi bana katılacaktır sanırım. Kaldı ki filmi yazan ve yöneten de Notting Hill, Bridget Jones's Diary, Love Actually gibi birçok filmden tanıdığımız Richard Curtis. Dolayısıyla bütün bu isimler bir araya geldiğinde zaten filmin kötü olma ihtimali ortadan kalkıyor.
"How about it then" diyerek sizi fragman ile başbaşa bırakıyorum.